Ihtiyaçlarımı duyabilme meselesi son zamanlarda kafamı oldukça meşgul eden bir konu. Bunca zaman meşgul etmedigine şaşırsam da yalnız olmadıgımı biliyorum. Bu meselenin altını eşeledikçe, bunu yaşayan insanlar, daha da belirginleşmeye başladı kafamda. “Her şeye/herkese yetişme” ve “memnun etme” mekanizmamın sonunda ipi çekmesi sonucu, ihtiyaçlarım gündemime bomba gibi düştü.
Şu an ne kadar ileri taşıyan bir şey olduğunu anlasam da, başlarda, kendimi tanımladıgım bir çok özelligimin temelinde olduğunu anlamak oldukça sarsıcıydı. Enerjik, sosyal, iyi arkadaş, özverili evlat, başarılı olma çabasındaki kadın, her şeye nasıl yetiştigi şaşırılan o kişiyi tehdit edince, şirazem kaydı tabi. Bu bir şeyleri kaçırma hissi de çok acayip… Çocukken ögle uykularını da güzel bir şeyler olacak ve ben kaçıracagım hissinden dolayı sevmezdim. Ögle uykularını hala sevmem. Bunu büyük bir inatla bu yaşıma kadar taşıdıgıma inanamıyorum.
Son zamanlarda kendi vücuduma santimlik ayrışıkmışım gibi bir hisse tutulunca, soguk duş etkisi yarattı tabi… Bedenim benden önce kapıları açıyor, benim hemen önümde yürüyor ve o bunları otomatik yaparken ben hemen dibinde onu takip ediyorum. Dedim ki; Neden bu kadar ensemdeyim? Neden bu kadar çok?
Ruhum yeni şeylere bayılır, zihnim de sürekli “dur yapma yanarız!” der ve bütün donelerini sunar. Onu da dövmeye gerek yok. Çünkü zihnin mekanizmasını defaatle hayatta tutmaya çalışıyor diye anlattılar.
Vücuduma bakınca, zihnimin bu kadar karmaşık fikirleri anında gönderebilmesine şaşırmıyorum aslında. Vücut da çok karmaşık bir mekanizma çünkü. Bir yerden düşünce, kazalarda vs vs insanüstü performans sergiliyor. Orada gerçekten bir hayatta kalma mücadelesi var.
E tamam da sosyal hayatta ölüm-kalım meselesi olan ne?
Gerçekten bilmiyorum ve biraz da komik geliyor açıkçası. Şöyle bir örnek düşünüyorum; zihnim bir insan olsaydı, sürekli yanımda dolaşsaydı ve ben daha önce hiç girmediğim sosyal bir ortama gitseydim -bar yada cafe- her neyse… Daha kapısındayken beni tutup histerik bir şekilde, insanlarla tanıştıgım anda öleceğimi söyleseydi… “Saçmalama, delirdin herhalde.” diye kapının önünde ona baya gülerdim. Çalışırken mesela, provadayken… Bir şey denedigimde “Dur yapma. Insanlar seni izliyorlar. N’apıyorsun!” dese ben yine gülerdim. Delirme bu meslegi niye seçtik?
Bu örnekleri sabaha kadar arttırabilir, baya komik şeyler bulabilirim. Ancak olaylar degişse de degişmeyen tek bir şey var; O da zihnimin argümanlarım karşısında verdigi tepki… O hele bambaşka komik. Yüzü hep “Ben ne yapacağım bununla. Asla anlamıyor” diyip yoldan geçenleri beni durdurmak için örgütleyecek cinsten.
Son zamanlarda 2 cmlik ayrışıklıgım kalibre olunca, gecikmeden o da güncellendi tabii… Ihtiyaçlarımı duyabilmeye, gücümün olmadığı şeylere ve kişilere yetişememeye başladıgımdan beri, “Bu zamana kadar yaptıkların hiçe sayılacak. Talep etmedigin haklar ayagına dolanacak. Çünkü artık yavaş yavaş kendin için yapmadıklarını fark ediyorsun. Haliyle insanların seni görmedigi, hakkını teslim etmedigi anları da farkedeceksin ve o haksızlıklarla bir başına bırakılacaksın!” Demeye başladı. Şimdilik komik gelmiyor ama ilerde buna da gülerim.
Mesela şu cümleyi yazarken “Olsun da gör bakalım. Kim gülüyor” diyor. Suratı aglamaklı. Azarlayan yelpazeli bir teyzeye benziyor. Tansiyonu düşmüş.. Bileklerini ovup, kendini yelliyor. Böyle hayal edince yine gülmek geliyor. Tutuyorum. Onu rahatlatmak için; “Tamam tamam. Gel şöyle” diyip, bi tuzlu ayran veresim, klimalı bir odaya oturtasım geliyor. Ciddiye alamadıgımı da çaktırmıyorum. Çünkü teyzeler böyle konularda tecrübeli ve işin ehli oldugunu düşündüğü için biraz hassasdırlar. Halbuki aynı süreyle hayattayız:) Ama elbette bunu ona şu an söyleyemem. Önce tansiyonunu ölçmem gerek